Sıcak bir sabaha uyanmışken bir anda başlayan ferahlatıcı yağmuru izliyorum şimdi. Başka bir konuda yazmak için oturmuştum ancak yağmurun hatırlattıklarıyla şöyle bir geçmiş turu yapıp geldim. En iyisi bu konuyu yazayım dedim.
Eskiden yağmuru çok severdim. Yağmur yağdığında içimdeki hüzünleri, hazretleri, ağlama hissini sanki benim yerime ağlayıp onlar giderirdi. İçime su serptin deyimi de böyle bir hali anlatıyor olmalı. O sıralar yağmur içime su serperdi. Karadeniz’de yaşadığım için de bol bol yağmurla buluşurdum.
Sonra Karadeniz’in bir köşesinde olsa da o kadar yağmur almayan Karabük’te çalıştım. Oranın havası kuru ve sert. Yazın yeşil ve güzel olsa da sonbahar ve kışta kurak bir iklime dönüşüyor. Fabrikanın savurduğu tozlar da her yere saçılıp is bırakıyor.
Balkonlar hemen kirlenirdi. Açık camlardan giren siyah tozlar evi kaplardı. İnsanların cildini, burnunu kaplayıp kurutan tozları da tahmin edersiniz.
İş yerinde küçük bir mescit vardı. Önde erkeklerin bölümünde pencere vardı. Ön taraftan yağmur sesi gelirdi içimi huzur kaplardı. Namazdan sonra pencereden yağmuru seyrederim, hava da temizlenir umuduyla sevinirdim. Sonra bir de ne göreyim vantilatör sesiymiş. Hani o şırıl şırıl yapraklara değen yağmurun sesi gibi. Sonrasında vantilatör olduğunu bilsem de o ses bir an için sevinç verirdi. Orada yağmuru çok özlerdim.
Yıllar sonra memleketime döndüm. Hayatın getirdikleri, götürdükleri, yaşananlar çok şeyi değiştirmişti. Bir süre sonra baktım ki artık yağmurlu havayı sevmiyorum. Tam plan yapıyorum yağmur yağıyor planım iptal oluyor. Yağmur bana engel oluyordu artık. Bu kadar çok yağmur yağdığını bilmezdim eskiden. Ne çok yağmur yağarmış burada. İnsanlar yağmura, hava değişikliklerine rağmen nasıl hayatlarına devam ediyor? Onların işleri aksamıyor mu? Onlar ıslanmıyor mu? Diye düşünür olmuştum. Hayata bakışım nasıl da değişmiş. Büyüdüm de mi böyle oldu yoksa yağışlar mı çoğaldı?
Şaşırdım kendime ben yağmuru çok severdim şimdi güneşi seviyorum. Güneş umut veriyor. İçimde azalan ateş elementinden miydi, kendimi harekete geçirmek için sebepler arayışımdan mıydı, bahaneler aradığımdan mıydı?
Hepsinin etkisi vardı. İnsanın bakış açısı, içinde bulunduğu şartlar, yaşadığı olaylar beğendiği şeyleri, rahatsız olduğu şeyleri değiştiriyordu.
Zor yılların ardından üzerinde kalan tozları silkeleyip yola devam ederken nelerin kolundan tutup insanı destekleyeceği, nelerin engele dönüşeceği belli olmuyor.
Uzaktan bakıp tahmin etmek, yaşamadan bilmek pek mümkün değil.
Ben bir şeyleri yaparken tüm ihtimalleri düşünüp olabilecek aksaklıklar için önlem alan biriydim. Tahminim ve kontrolüm dışında olan olaylar beni çok rahatsız ederdi. Hayatımın bir aşamasında o kadar çok tahmin edemediğim şey yaşadım ki bocaladım. Kızdım, küstüm, yoruldum.
Hayatın bana öğretmek istedikleri vardı:
Ne kadar kontrol etsen de yetemeyeceğin şeyler var. Bazılarını senin kontrol etmen gerekmiyor. Bugüne kadar kendini çok yordun, üstüne yükler yükledin, bazılarını tutmana gerek yok, bırak.
Ben bırakamasam da bıraktırıldı. Bazılarında gözüm kalsa da zamanla toparlandım.
Bazıları yük oluyor, zorluyor, seni geri çekiyor o yüzden bırakman daha hayırlı. İlla eskisi gibi olsun, illa o olsun, aynısı olsun diye diretmek ve beklemek pek de iyi gelmiyor. Aksine yıpratıyor, üzüyor, yoruyor ve yeniyi almanı engelliyor.
Yağmurdan geldik buralara…
Sonra katıldığım eğitimler, çalışmalar ve atölyelerle hayatın tadını almak gerektiğini öğrendim. Farklı bakmaya başladım hayata. Aslında anların içinde gizlenen mutluluklar, tatlar, hisler ve haller vardı. Bizim içine dalıp derinden çıkarıp almamız için bırakılmış hediyeler vardı. Alabilen, görebilen ve hissedebilenler için pek çok güzellik sunulmuştu. Alamıyorsak bir şeyler vardır bizi kısıtlayan, gözümüzü, kulağımızı bağlayan.
Eskiden yağmur hüzünlerime ortak olurdu, ağlama isteği verirdi ve ferahlatırdı. Ama şimdi hem yağmuru hem güneşi seviyorum. Yağmur yağarken duyularımı açıp o anın tadını çıkarıyorum. Ağlama isteğiyle değil huzurla izliyorum. Ve engel olmuyor, besliyor, renk katıyor.
İnsan türlü türlü haller yaşarken bulunduğu noktada nasıl bakıyorsa hayata her şeyi ona göre görüyor ve değerlendiriyor. O halden geçip öğrenmesi gerekiyorsa izin vermeli. O hal de geçer, başka haller de gelir gider. Önemli olan geleni yaşamak. Aynı durakta bekleyip durmamak.
Neler geldi geçti hepsi bizi biz yaptı. Her şey vaktiyle oluyor ve olduğu vakit en güzeli. Zorlamaya, çekiştirmeye, istediğim gibi olsun diye diretmeye gerek yok. Bizi bizden daha iyi bilen var. Ve tüm kainatı aynı anda yönetip her an inşa eden var. Bizim planımızın üstünde bir plan var. Ona güvenerek adım attığımızda yüzümüzü kara çıkarmaz. Bizi bizden çok düşünür ve sever. Şükürler olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder