Gözlerimiz kamera gibi neye çevirirsek ona odaklanır ve kaydeder. Herkesi görürüz de kendimizi görmekten aciziz. Özellikle de yüzümüzü görmek için başka araçlara ihtiyaç duyarız. Bir olayı yaşarken o anın derinliği ve yükselen duyguların bulanıklığı içinde bazı şeyleri algılayamayabiliyoruz. Bulutlar biraz dağılınca zihnimiz netleşmeye başlıyor, biraz zaman biraz sakinlik ve uzaklaşmanın ardından doğru düşünmeye başlıyoruz. Etraf karanlıkken göremeyiz, o an her şey korkunç ve belirsiz gelebilir. Ve o karanlığı kötü olarak adlandırırız. Kızarız, değiştirmek isteriz. Aynı karanlık bazen saklanmak için iyidir. Bazen fotoğrafın güzelliğini ortaya çıkaran güzel bir fon olur. Geceleri yeni güne hazırlayan perde olur. Uyuyup dinlenmek için, yeniden toparlanmak için vesile olur. Işığın güzelliğini ve önemini anlamamız için zıddını görmeye ihtiyacımız vardır. Aslında ışığı oluşturan karanlıktır. Karanlık olmasa aydınlık da olmazdı. Aydınlığın önemi...
Her yeni gün yeni bir sayfa açıyorken hayatımızda, biz önceki sayfaları okumuş, ezberlemiş biri olarak hepsinin yüküyle yazıyoruz yeni sayfaları da. Dün kime kızmışsak, kimi seviyorsak, neyden etkilendiysek hepsini doldurup heybemize bugünü de onlarla birleştirerek bakıyoruz yeni gelişmelere. Sanki düne kadar olan her şeyi kaydettiğimiz bir gözlük var ve o gözlükle o kayıtların arasından bakıyoruz. Öyle olunca da şu an olan şeyleri dünün lekesiyle görüyoruz. Tek başına bir anlam ifade etmiyor dünle anlam kazanıyor yeni olaylar. Biliyoruz ki bugün olan burada kalmayacak yarına ve sonraki günlere taşımacak. Bunun ağırlığı ve sorumluluğu ile yazışıyoruz. Bazen bunu bilmek ağır geldiği için kaçıyoruz, inkar ediyoruz kendi içimizde. Ama biliyoruz ki yükümüz her geçen gün ağırlaşacak. Silinmiyor çünkü. Tüm sekmeler açık kalıyor. Dönüp dönüp bakıyoruz. Beyin bazılarını siliyor. Bazıları tekrar hatırlanmamak üzere gidiyor. Ancak unutsak da bir şeyler kalıyor geride. Belki bir iz be...